19 Ağustos 2014 Salı

Kakaolu ıslak kurabiye (DENENMİŞ)


Önce şerbet için şeker ve suyu kaynatıp, 2 dk kaynatıp limon suyu ekleyip soğumaya bırakalım.

yarım paket margarin
3 yemek kaşığı kakao
1 yumurta
1 çay bardağı sıvıyağ
1 çay bardağı toz şeker
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
Aldığı kadar un (3 su bardağından biraz az un kullandım ben)

Şerbeti için; 
1 yemek kaşığı limon suyu
2 çay bardağı su 
1 su bardağı şeker

yumurta, sıvıyağ, toz şeker ve eritilmiş ılık margarini şeker eriyene kadar çırpın. kakaoyu ekleyin.
en son un-kabartma tozu ve vanilyayı ekleyin. yumuşak ama ele yapışmayan bir hamur olana kadar yoğurup ceviz boyutunda kurabiyeler yapıp yağlı kağıt serdiğiniz tepsiye yerleştirin.
180 derece önceden ısıtılmış fırında kurabiyeleri pişirin ama çok dikkatli olun çünkü çok çabuk pişiyorlar, üstleri hafif çatlayınca fırından çıkarın. Ben önceden ısınmış fırında 14 dk pişirdim. fırından çıkan sıcak kurabiyeleri elle tutulur ısıya gelince önceden hazırladığınız şerbete daldırıp çıkarıyoruz ve kurumadan üstüne süs olarak ne koyacaksak koyuyoruz, kuruyunca yapışmıyor çünkü tam olarak.
Biraz serin yerde dinlendirilip servis edilirse süper oluyor. Afiyet olsun diyorum

13 Şubat 2014 Perşembe

Aşkın Gözyaşları 3 Kimya Hatun

Sinan YAĞMUR bu serisi ile gönlüme taht kurdu desem yalan olmaz:) Akıcı bir dille anlatılmış bu roman. Buyrun özeti:
 Kitabın Adı: Aşkın Gözyaşları 3 Kimya Hatun
 Yazarı: Sinan Yağmur
 Yayın Evi: Karatay Akademi Yayınları , 3.Baskı
 Basım Tarihi: Eylül 2012
 Sayfa Sayısı: 263
Kitabın Özeti: İranlı Müslüman bir baba ve Hristiyan bir annenin kızı olarak dünyaya gelen Kimya daha sonra annesiyle Konya’ya akrabalarının yanına geliyor ve burada bir vasıtayla annesi Kerra ile Mevlana’yı evlendirmek istiyorlar.Daha önce Mevlana’yı duyan Kimya seviniyor ve Mevlana’nın kızı oluyor.Mevlana kızına ve eşine ilim dersleri veriyor,onları yetiştiriyor.Sonraları şehre gelen bir yabancıdan bahsediliyor.O yabancıyı merak eden Kimya pencerenin ardından onu görüyor.İlk orda kalbi dururcasına çarpıyor,duydukça daha fazla bu adamı merak ediyor.Birgün Mevlana kızının duygularının farkına varıyor.Sonraları Şems gittiği zaman üzülüyor ve oğlu Sultan Veled’i yolluyor Şems geliyor.Bir daha gitmemesi için kızıyla evlendirmeyi düşünüyor.Şems her ne kadar istemese de Mevlana’nın ısrarıyla Kimya ile gül bahçesinde görüşüp,anlaşıyorlar.Şems ile Kimya evlenme haberi duyulunca dedikodular çıkıyor.Şems ile evlenen ve kendini tamamen Şems’e adayan Kimya çok mutludur.Fakat kısa zaman sonra hastalanır,hastalandığı dönemde son demlerinde yazdığı mektuplar kitapta yer almaktadır.Mektuplardan birinde “Ey adından başka hiçbir söze dilimin dönmediği tek hecem! Yüreğimin en derin,en bilinmeyen yerindesin.Ne uzanabiliyor sana ellerim,ne de vazgeçebiliyor senden.Sana aç,sana susuz,sana meftun,biçare yüreğim.Hal-i hazinim.En tılsımlı,en riyasız,en içten duamsın.Beni ben yapan aşksın.Kalbim en büyük sığınağın olsun yar,sen Besmele ile başlayan sevgime yakışanımsın,mahşere kadar tutacağım sevda orucumsun.Sen benim içten içe kanayan en derin yaramsın.Ne kadar özlendiğini bir bilsen, yokluğundan utanırsın” diyor.Kısa süre sonra da Kimya ölüyor,Şems ardından gözyaşı döküyor.Ölmeden önce Şems’e gördüğü rüyayı anlatıyor ve Şems’in öldürülüşünü rüyasında görüyor. Romanın dili ve Anlatım Biçimi: Romandaki anlatıcı gözlemci,ve kitap genel anlamda akıcı bir şekilde sürüyor.Kitaptaki bir başka özellik ise karakterler toplum nezdinde değerli karakterler olduğundan yazar açısından hem zor hem anlatımı kolay.Çünkü yazarın hayal gücünde sınır olmaz,mesela kitabın başka bir yerinde elinde mendille Şems geliyor o mendil mektuplara dönüşüyor olması okuyucu şaşırtır gerçekliğine de inandırır.Başka eserlerde bu mümkün değil. Kitabın Türü: Biyografik Roman Kitabın Ana Fikri: Aşk Allah’ın esrarına ermek için bir vasıtadır. Yazar Hakkında: 1965 Kırşehir doğumlu olup, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunudur. Yazarın yayımlanmış 24 adet kitabı bulunmaktadır.

Etiketler:

8 Ekim 2011 Cumartesi

Yalan dünyada tek gerçek olanın SEN olduğunu ne zaman anlayacağız???

Hayat; acımasızlıklarla dolu, yorucu, bıktırıcı ve daha bir sürü kelimeye dökemediğimiz dertlerle dolu değil mi?
İnsanoğlu çiğ süt emmiştir nankördür der büyükler... ne de doğru sölemişler, zamanla anlıyoruz. İnsan önce birşeyin olmasını çok ister onun için ALLAH'a dua eder bıkmadan usanmadan istediği şey olana kadar ister... Peki istediği şey neleri beraberinde getirecek?
Allah dilediği şeyi nasib edince başka bir dileğe geçer o gelince başka o da gelince başka... İstemekten bıkmadıkça vermekten bıkmaz Rabbimiz.. Hatta belkide biz istemeden verir bizim için hayırlı olacak şeyleri. Peki biraz önce sormuştuk istediği şey neleri beraberinde getirecek? Doğru istemediğimizi doğru kelimeler kullanmadığımızı, sınırlı dua ettiğimizi, hatta belkide yanlış şeyi istediğimizi, ancak o istediğimiz şey gerçekleştiğinde işte o beraberinde getirdiği sıkıntılarla anlıyoruz. Sizi bilmem ama bende öyle oluyor.
Bazende bile bile yanlışların üstüne gidiyoruz, hata olduğunu biliyoruz ama kendimizi engelleyemiyoruz. Toparlanmak yeniden doğrulmak için küçük bi umut ararıyoruz. Belki bi kitapta, belki bi insanın dilinde, belki de derinleştiğimiz yanlızlığımızda karşımıza çıkıveriyor umudumuz... İşte o an Allah'ı hatırlamak bu kadar mı zor? Aklına getiren, kalbine doğuran O değil midir? Ama hatırlamayız işte; filanca arkadaşım olsa toparlanamazdım, aklım başıma geldi gibi cümlelerde basitleşiverir olanlar...

Her zaman Yaradan'ın adıyla hareket edebilme duasıyla...

2 Ekim 2010 Cumartesi

Taş Otlar (İlginç)

Daha önce hiç taşotu bitkisini duymuş muydunuz? Taşotu Afrika’ya özgü bir bitkidir. Özellikle güney Afrika'da Nambiya'nın Karoo bölgesinde bulunurlar. Taşotu ismi Yunancada kaya benzeri anlamına gelir, bundan dolayı ‘taşotları’ veya ‘canlı taşlar’ olarak bilinirler. Bu cinsi 1811 yılında ilk tanımlayan, İngiliz botanikçi William John Burchell’dir.

Taşotu (bilinen adıyla “çiçek açan taş” ya da “canlı taş”) tam bir taklitçidir. Biçimi, ebadı ve rengi doğal ortamındaki taşları andırır. Taşların arasına karışan taşotları, bu şekilde korunurlar. Kuraklık döneminde nem almak için bitki yiyen hayvanlar, bu şekilde onları göremez. Hatta öyle iyi gizlenirler ki bazen uzmanlar bile inceleyecekleri bitkiyi bulmakta zorlanırlar.

Taşotu iki yuvarlak kısımdan oluşur ve sanki gövdesi yok gibi görünür. Yapraklarının arasındaki kesik benzeri boşluktan çiçek ve yeni yaprakları büyür. Yeni yapraklar çıktığında eski yapraklar ölür. Bitkinin geri kalan kısmı toprak altında gömülü haldedir. Bu şekilde bitki kuru ve sıcak bir iklimde yaşama ayak uydurur.

Dünyada taşotularına evlerinde bakanların sayısı hızla artmaktadır. Peki taşotuna evinizde bakmak için neler mi gereklidir? Taşotları gerekli ışık sağlandığı ve çok fazla sulanmadıkları sürece oldukça hızlı ve kolay gelişirler. Ayrıca günün erken saatlerinde 4-5 saat doğrudan güneş ışığı ve akşam üzeri kısmi gölge isterler. Kışları topraklarının 3 ay boyunca tamamen kuru olması ve daha düşük ısılarda bulunmaları gerekir. Yazları ise nemi severler ancak su damlacıkları bitkiye zarar verebilir.

Taşotları çiçek açar mı diye soruyorsanız , evet hem de çok güzel çiçekler açarlar. Taşotlarının çiçek açma mevsimi kuzey yarım kürede kışa rastlar. Ama bitkiyi sonbaharda alıp, dikmeyerek çiçek açma mevsimini yaz aylarına kaydırabilirsiniz.

Taşotları en iyi, iri, taneli, nem alabilen ancak tutmayan kumlu topraklarda yaşarlar ve geniş ama çok derin olmayan saksıları severler. Ancak taşotu üretmek çok kolay değildir, tohumları oldukça küçüktür ve büyümeleri çok uzun sürer,çelikleri ise çok hassastır ve kolaylıkla çürüyebilir. Bu nedenle bakımı esnasında ihtiyaçlarını harfiyen karşılamalısınız.

Taş otlarını oldukça merak etmeye başladınız değil mi? Haydi gelin resimlerini birlikte inceleyelim.

İşte Çiçek Açan Taş Otu


Etiketler:

23 Eylül 2010 Perşembe

Şevval Orucu


Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) buyururlar ki: "Kim Ramazan orucunu tutar ve ona şevval ayından altı gün ilave ederse, bütün seneyi oruçlu geçirmiş olur." (Müslim, Sıyâm 204; Tirmizî, Savm 53) Hadisi şerifin işaret ettiği gibi Ramazan'dan sonraki ay olan Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehaptır. Ve bu orucu tutan kimseye bir yıl oruç tutmuş gibi mükâfat verileceği vaad olunmaktadır.

Âlimler hadiste geçen bir yıl ifadesini şu şekilde açıklamışlardır: Kur'an'ın ifadesiyle insanın her yaptığı iyiliğe on kat sevap verilmektedir. (En'âm Suresi, 6/160). O halde otuz gün Ramazan orucu onla çarpıldığında üç yüz ediyor. Altı günlük şevval orucu da onla çarpılınca altmış gün eder. Bunların toplamı üç yüz altmış gün yapar ki, zaten senenin geri kalan beş gününde oruç tutmak (Ramazan bayramının birinci günü ve Kurban bayramının dört günü) tahrimen mekruhtur. Bunun için de Şevval ayında bu altı günlük orucu tutan bir kişi bir yıl oruç tutmuş gibi olmaktadır.

Ramazan bayramının ilk günü Şevval'in de birinci günü olduğundan bu günde oruç tutulamaz. Ancak bayramın ikinci gününden itibaren bu oruca başlanabilir. Bu orucu ardı ardına veya ayrı ayrı tutmak kişinin kendi tercihine kalmıştır.

Recep ayında hususiyle de Şaban ayında oruç tutmak müstehap veya sünnet oruçlardandır. Çünkü Hz. Aişe'nin ifadesiyle Efendimizin Ramazan'dan sonra en çok oruç tuttuğu ay Şaban ayıdır. Yani bir yönüyle Ramazan ayına girmeden bir alıştırma yapılmış, oruç Müslüman'ın kalbinde kafasında yer etmiş ve Ramazan'a hazırlıklı girilmiş olur. Aynen bunun gibi Ramazan ayının bitmesiyle oruçla olan münasebet birden kesilmeyecek ve Şevval ayında da devam ettirilerek kademeli olarak azalacaktır. Diğer yönden kadınların büyük bir kısmı Ramazan'ın tamamını oruçlu geçiremediklerinden, tutamadığı günlerin kazasını yapmaları gerekmektedir. İşte Şevval'de tutulan oruçla kadınlar yalnız bırakılmayarak onlara eşlik edilmekte ve rahatça onların kazalarını tutmalarına ortam hazırlanmaktadır.

Ancak şurası unutulmamalıdır ki, ne Şevval orucu ne Şaban ayında tutulan oruç ne de diğer nafile oruçlar Ramazan orucuyla karşılaştırılamaz. Yani bu oruçlar Ramazan orucuyla denk tutulmamalı ve ona benzetilmemelidir.

Kaza Oruçları Şevval Orucu Yerine Geçer mi?

Aslında hadiste de görüldüğü gibi, Şevval orucu ayrıca tutulması gereken nafile bir oruçtur. Ve bir seneyi oruçlu geçirmenin nasıl olacağıyla ilgili matematik hesabı da, onun müstakil bir oruç olduğunu göstermektedir. Buna göre kişi mümkünse kaza orucundan ayrı olarak Şevval orucunu tutmalıdır. Mesela, haftanın Pazartesi ve Perşembe günleri Şevval orucunu tutma, diğer günlerde de kaza orucu tutma şeklinde bunu ayarlayabilir. Ancak herkes niyetinin derinliği ölçüsünde amellerinin mükâfatını alacağından dolayı, kaza orucunu tutarken, nafile oruca vakit bulamayanlar da ümit edilir ki, hadiste geçen müjdeye nail olurlar. Çünkü kaza oruçlarını ve kaza namazlarını hatta kişiye farz olduktan sonra haccı da ertelemeden ilk fırsatta yerine getirmek önemlidir. Çünkü ecelin ne zaman gelip bizi yakalayacağı meçhuldür. Allah Tealâ, sonsuz rahmetiyle oruçlarımızı mükafatlandırsın..

Etiketler:

13 Eylül 2010 Pazartesi

BİR GENCİN TEVBESİ

Allahü teâlâ, peygamberi Musa aleyhisselâma hitap edip
" (Ey Musa! Filân mahallede, bizim dostlarımızdan biri vefât etti. Git onun işini gör. Sen gitmezsen, bizim rahmetimiz onun işini görür) buyurdu.
Hazret-i Musa, emir olunduğu mahalleye gitti.
Oradakilere:
-Bu gece, burada, Allahü teâlânın dostlarından biri vefât etti mi? diye sorunca:
-Ey Allahın peygamberi! Allahü teâlânın dostlarından hiç kimse vefât etmedi. Ama, filân evde zamanını kötülüklerle geçiren fâsık bir genç öldü. Fıskının çokluğundan, hiç kimse onu defnetmeye yanaşmıyor, dediler.
Musa aleyhisselâm:
-Ben onu arıyorum, buyurdu. Gösterdiler.
Hazret-i Musa, o eve girdi. Rahmet meleklerini gördü.Ayakta durup, ellerinde rahmet tabakları olup, Allahü teâlânın rahmet ve lütfunu saçıyorlardı.Hazret-i Musa, yalvararak münacaat etti:
-Ey Rabbim! sen buyurdun ki, o''Benim dostumdur.'' İnsanlar ise fâsık olduğuna şahitlik ediyorlar. Hikmeti nedir?
Allahü teâlâ:
(Ey Musa! İnsanların onun için fâsık demeleri doğrudur. Ama, günahından haberleri var, tövbesinden haberleri yok. Benim bu kulum, seher vakti, toprağa yuvarlandı ve tövbe etti. Bizim huzurumuza sığındı. Ben ki, Allah'ım! Onun sözünü ve tövbesini kabul ettim. Ona rahmet ettim ki, bu dergâhın ümitsizlik kapısı olmadığı anlaşılsın!) buyurdu.

Etiketler:

30 Temmuz 2010 Cuma

Şehit konuşabilseydi (Süleyman SARGIN)


Geçen hafta bir şehidin cenazesine katıldım. İlk cenaze değildi bu katıldığım. Her tarafa Türk bayrakları asılmıştı. O ilçeden çıkan ilk şehidin cenazesi kılınacaktı. Namazın kılınacağı caminin sokaklarına şehitliğin kudsiyetini anlatan ayet ve hadisler asılmıştı.

"Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyiniz. Bilakis onlar hayattadırlar ama siz bunu hissetmiyorsunuz/hissedemezsiniz" (Bakara,2/ 154) ayet-i celilesi herkesin görebileceği bir yerde duruyordu.

Çevre köylerden, ilçelerden gelenlerin de katılımıyla binleri bulan bir cemaat oluşmuştu. Bir kısım insanlar son zamanlarda artan şehitleri iktidarın suçu olarak görüyorlardı. Hükümeti acizlikle, iş bilmezlikle itham ediyorlardı. Bir kısmı da hükümetin elinden geleni yaptığını, güvenlik kuvvetlerine her türlü maddi ve teknik desteğin sağlandığını belirterek "Başbakan eline silah alıp dağa çıkacak değil ya" diyordu. Yorumlar böyle sürüp giderken, cenazeleri kendilerini göstermek için fırsat bilenler de boş durmuyordu. Belli belirsiz sloganlar birbirini takip ediyor, birliği beraberliği zedeleyecek türlü söylemler tekrarlanıp duruyordu. Bu arada ne Müslümanlık'ta ne de Türk töresinde yeri olmayan cenaze alkışlama işi de yapılıyordu. Derken şehit, Türk bayrağına sarılı tabutunda, kendisi gibi çilekeş asker kardeşlerinin omuzlarında camiye geldi. Kopan alkışların, birbirine karışan siyasi sloganların arasında az sayıda insanın tekbiri ve Fatiha'sı maalesef çok cılız kaldı.

İlçe müftüsü katılımcıları, cenaze adabına uymaları konusunda uyardı ama onu pek de duyan olmadı. Zaten cenaze namazının hoparlörlerden verilmemesi nedeniyle pek çok kişi namazın kılındığını dahi fark edemedi. Bu da müftülüğün hanesine önemli bir eksiklik olarak yazılmış oldu. Müftü konuşuyor, cemaat konuşuyor, sloganlar atılıyor, bir eski genelkurmay başkanı cemaatin arasında saf tutmuş namaz kılıyor... Ve şehit bunların hepsini görüyor. Çünkü biz hissedemesek de o ölü değil; Kur'an böyle söylüyor. Bir ara kendi kendime "Acaba mikrofonu şu anda şehidin eline versek bize neler söylerdi" diye düşündüm. Sahi, şehit konuşabilseydi ne derdi? Galiba önce Cumhurbaşkanı'na seslenirdi:

"Muhterem Cumhurbaşkanım, siz hem cumhurun yani tüm milletimizin başısınız hem de askerlerimizin başkomutanısınız. Her şehit sizi iki kere yaralıyor, bunu biliyorum. Ancak, başkomutanı olduğunuz bu şerefli ordu neden yıllardır bu mücadeleyi bitiremedi? Medyada her gün onlarca ihanet iddiası ortaya atılırken siz neden hepimizi tatmin edecek bir açıklama yapmadınız? Neden olaylarda ihmali olduğu iddia edilen bir astsubayı bile görevden almadınız? Sizin komutanı olduğunuz ordu, bu kadar hadiseden sonra hala 'herkes görevinin başında' açıklaması yapabiliyor ve siz buna hiç ses çıkarmıyorsunuz? Hem cumhurunuzun bir parçası, hem ordunuzun bir neferi olarak bunları bilmek istiyorum." Sonra Başbakan'a da birkaç kelam etmek isterdi:

"Sayın Başbakanım, biz sizi çok sevdik. İçimizden biri olarak gördük ve bağrımıza bastık. Bizi kucaklamalarınızı, evlerimizi iftarlarda, sahurlarda teşrif etmenizi, grup toplantılarındaki gözyaşlarınızı samimi bulduk. Açılım teşebbüslerinizde, milli birlik projesini tesis etmenizde hiçbir art niyet görmedik. Fakat emniyet müdürleri dâhil, herhangi bir konuda ihmali olanlar hemen açığa alınırken, ülkenin en önemli meselesi terör konusunda ihanete varan suçlamalara muhatap olanlara yönelik hiçbir işlemin yapılmamasını da doğrusu çok yadırgadık. Sizin şerefle temsil ettiğiniz makamın önüne çirkin bir kelime koyarak onu parola haline getirenlere karşı bile neden bu kadar sessiz kaldığınızı anlayamadık." Bu samimi sitemden sonra komutanlarına dönecekti şehit:

"Saygıdeğer komutanlarım, siz Peygamber ocağı denilen ordumuzun şerefli komutanlarısınız. Bu vatan ve millet için canınızı seve seve vereceğinizden şüphem yok. Ancak her yerde olduğu gibi sizin aranızda da ihmali, gafleti ve hatta ihaneti olanlar çıkabilir. Bir heron rezaletini üç yıldır soruşturuyor olmanızı anlamakta güçlük çekiyorum. Bize yapılan saldırıyı heronların on beş dakika önce Hantepe'ye bildirdiği yer aldı medyada. Bu iddia doğruysa biz boşuna mı şehit olduk komutanım? Kendi çocuklarınızın fotoğraflarıyla ilgili iki saat içinde açıklama yaparken, milletin her gün şehit olan onlarca çocuğunu ilgilendiren bir meselede bu kadar ağırdan almanız bizi çok yaralıyor. Siz sürekli birbirinizi koruma refleksiyle hareket ederken olan milletin gariban çocuklarına oluyor." Cenazesini miting alanına çevirenlere de bir çift lafı olacaktı şehidin:

"Ey kahramanlık ve hamiyetperverlik iddiasıyla ortaya çıkanlar! Eğer bu millete birazcık sevginiz, merhametiniz, şehide ve şehadete azıcık saygınız varsa ne olur cenazelerimizi miting meydanına çevirmeyin. Cenaze alanlarını doldurup şehidin ailesini akşam tek başına bırakanların samimiyetine nasıl inanırız. Cenazeler, hele şehitler sloganlarla değil, tekbirlerle, tehlillerle, dualarla, Fatihalarla uğurlanır. Kiminle ne hesabınız varsa, seçim meydanlarında ve sandıklarda görün, cami avlularında değil."

Evet, şehit herhalde bunları, belki daha fazlasını söyleyecekti imkân bulsaydı. Ama sesini duyurabilir miydi, derdini anlatabilir miydi bilmiyorum. Belki birileri onu da doğruları söylediği için "Türk kanı taşımamakla" suçlardı.

Etiketler: